21 Temmuz 2008 Pazartesi

zaman buldum dudaklarımı koymak için

Büyük kuşlar havalandıkları zaman ötmeden çekip gidiyorlar ve çizgili gökyüzü artık onların çağrılarının yankısını vermiyor. Göllerin üzerinden geçiyorlar, verimli bataklıkların üzerinden; Ölgün bulutları ayırıyor kanatları. Artık oturmaya bile iznimiz yok: Çabucak kahkahalar yükseliyor ve bütün günahlarımızı yüksek sesle haykırmamız gerekiyor. Rengini bilmediğimiz bir gün anıtlardan daha sağlam ve sakin duvarlar keşfettik. Oradaydık ve büyümüş gözlerimizden sevinç gözyaşları süzülüyordu. Şöyle diyorduk: “Birinci boy gezegen ve yıldızların bizimle karşılaştırılması olanaksız. Peki bu havadan daha korkunç olan güç nedir? Güzel ağustos geceleri, şahane deniz akşamları, biz sizinle dalga geçiyoruz. Çamaşır suyu ve ellerimizin çizgileri dünyayı yönetecekler. Tasarılarımızın zihinsel kimyası, siz fabrikaların kısık seslerinden ve bu can çekişme çığlıklarından daha güçlüsünüz! “Evet ötekilerden daha güzel olan o akşam ağlayabildik. Yoldan geçen kadınlar bize el uzatıyorlar, bir buket gibi gülümsemelerini sunuyorlardı. Geçen günlerin alçaklığı kalbimizi sıkıştıracak ve başka gecelere erişen su fıskiyelerini artık görmemek için başımızı başka yöne çevirdik.



Bize ilişmeyen artık sadece iyilik bilmez ölüm vardı.


Her şey yerinde ve hiç kimse artık konuşamaz: Her duyu felce uğruyordu ve körler bizden daha saygındılar.


Bizi ucuz düş imalathanelerini ve kara dramlarla doldurulmuş mağazaları gezdirdiler. Rolleri eski dostların paylaştığı eski bir sinemaydı bu. Onları gözden yitiriyorduk ve hep aynı yerde yeniden bulmaya gidiyorduk. Onlar bize çürümüş şekerlemeler veriyordu ve onlara tasarlanmış mutlulukları anlatıyorduk. Gözlerini bize dikip konuşuyorlardı: Bu iğrenç sözleri ve onların yumuşak ezgilerini gerçekten hatırlayabilir miyiz?


Sadece ölgün bir şarkı olan yüreğimizi verdik onlara.

* André Breton

Hiç yorum yok: